ALLAH MUHABBETİ
İnsanın aslını teşkil eden beş tane esas cevher vardır. Bunlar; ruh, nefs, kalp, hâfi ve sır dır.
Allah (C.C.) zikretmede bu esaslar devreye girerler. Zahiren azalarımızın (bedenimiz) zikretmesi maddemizin zikretmesidir. Ne zaman ki, kalbimiz (gönlümüz) yani mana varlığımız da zikreder, o zaman gerçek manâda Allah’ın zikrine girmiş oluruz.
Niyazi Mısri Hazretleri “Gönül o bahre daldı, dilim tutuldu kaldı.”derken bu zikrin gerçeğini anlatıyor. Burada ki “Bahr” Allah’ın (C.C.) tecelli-i zatıdır. Ancak salik, tecelli-i zat ile “gönül zikri” zevkine dalar. Üç kere “Allah” diyerek ef’âl, sıfat ve zatını ifna eder.
Nefsani olan fiiller, sıfatlar (hayat, ilim, irâde, semi, basar, kudret, kelam) bizde yok olursa, ve de benlik olan zatımızdan geçebilirsek tüm günahlarımız o zaman dökülmüş olacak. Günah, nispet olan ef’âl, sıfat ve zatımızdır. Mısri Niyazi Hazretleri de, nispet olan ef’âl, sıfat ve zatını yok edince “dilim tutuldu” diyor.
Öyle “Allah” diyeceğiz ki dudağımız yedi kat semaya uzanacak. Öyle “Allah” diyeceğiz ki Allah’ın bizden “Allah” dediğini şuhud edceğiz, ve yer gök sallanacak. Burada ki “yer-gökten” “enfüs-afak” teşbih ediliyor.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz bir avuç taşı eline alır. Taşlar “Lailahe illallah, Muhammedür Resulullah” diye zikrederler. Bu sesi yanında bulunan ashap da duyar.
İşte Hz. Peygamber (S.A.V.) öyle zevkli, öyle Allah’ın zikrinde fani olmuş ki, beş duyunun ötesinde ki duyuları husule gelmiş. Her zerreden Hakk’ın zikrini duyup işitmiş.
Allah’ın (C.C.) zikri, Allah’ın muhabbetidir. Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin halifelerinden Sunullah Gaybi Hazretleri “Bizim sülükte bidayetimiz, muhabbetullahtır” der.
Başlangıcımız Allah muhabbeti, sonra sohbet tecelli eder; daha sonra da marifet meydana gelir.
Allah’ın muhabbetine mazhar olursak Allah (C.C.) bizi sever ve Allah ile Allah muhabbeti tecelli eder. Bu muhabbet, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) telkini ile Allah’ın (C.C.) rızâsı doğrultusundadır. Muhammed ile yapılan muhabbet, Allah muhabbeti olur.
Allah muhabbeti ile irfâniyet meydana gelir. Muhabbet, sevmek veya sevilmek; sohbet ise bu sevginin kelama gelmesidir.
Melâmiler üç bölüme ayrılırlar. İstikamet üzere olanlar, kast üzere olanlar, terk üzere olanlar.
İstikamet üzere olanlar, ahkam-ı şeriyeye uygun, ahkam-ı Muhammediyye ye uygun yaşayanlardır.
Kast üzere olanlar ise zenginliğini veya makamlarını, yani sahip oldukları dünyalıkları bir yana bırakıp, şeriata muhalif olmamak şartıyla, çevresindekilerin kendilerini kınamalarına meydan verirler. Bunlar ahkama aykırı hareket etmedikleri için, iyiler sınıfına girerler.
Terk üzere olanlar da, herkese kendini kınatmak için şeriata uymazlar ve de her kötülüğü yaparlar. Allah’ın (C.C.) nehy ettiği fiilleri işlerken de “Bizi kınasınlar diye yapıyoruz.”derler. Bunların Melâmilerle hiçbir ilgileri olamaz ve yoktur.
Biz Muhammedi Melâmileriz ve şeriat-i Muhammediyeden ayrılmayız. Bazıları da bize şeriatçı derler. Evet biz hem şeriatçı hem de hakikatın takipçisiyiz. Zaten şeriat olmadan tarikat, hakikat ve marifet olmaz. Tarikat şeraiti en güzel yaşamaktan ibarettir.
Mealen bir ayet-i kerimede “Onlar Allah’ın (C.C.) gösterdiği istikamette (Allah’ın dediğini yaparlar); Rabbimiz Allah’tır derler. Onlara melekler inerler ve Allah’ın cennetini müjdelerler.”buyrulur. Fussilet/30)
Nasıl ki, ruh ile ceset birdir, birleşiktir; birbirinden ayrılamaz. Zahirle batında birleşiktir, ayrılamaz.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”ayeti gelince , “Bu ayet beni kocattı.”buyurmuştur. Rasülullah (S.A.V.) burada, Allah’ın istikametinde olmazsa, kişi nefsiyle olur; ve de dosdoğru olamaz, demektedir.
Tabi ki, Hz Peygamber (S.A.V.) Efendimiz dosdoğruydu. O’nun Allah’ın (C.C.) tecellisi dışında nispete girmesi mümkün değildi.Bu ifadeler, bu şifreler hep bizim içindir.
Bir ehl-i tevhidin dışı halk ile, içi Hakk iledir. İslamla, şeriatla ilgisi olmayan ehl-i tevhid olamaz. Dış görünüşümüzde halk gibiyiz. Fakat dervişlik zevkiyle namazımızı kılarız. Bizim anlayışımızda değişiklik olur. Yoksa görünüşümüzle onlardan ayrılmayız. İşte farkımız budur.
Biz hep Allah (C.C.) ile birlikte yaşadığımızı zevk ederiz. “Dervişlikte gaye zikr-i Mevladır.” Hep Allah ile olanda benlik, kibir, riya hased olmaz. Kendinden duyup işitenin, görüp idrak edenin Allah(C.C.) olduğunu zevk eder.
Allah (C.C.) hepimizi bu zevkten mahrum etmesin, ayırmasın. Amin.
Allah’ın (C.C.) muhabbeti tahakkuk etmese istikamette olamayız. Mahviyete uğramazsak istikamette duramayız. Bu mahviyet ef’âl, sıfat ve zatımızı fena etmekle olur. Ef’âlin fenaya uğratılması mahivdir. Mahik ise fena-i sıfattır. Sıfatların mahvidir. Tecelli sıfat tahakkuk eder.
Saak da fena-i zattır ve tecelli zat o zaman tahakkuk eder. Allah’ın rızâsı üzere olunur.
Bir ayet-i kerimede “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.”diye Allah’n sevgisine mazhar düşenler kastediliyor.
Allah (C.C.) severse veya sevdirirse, insan sevebilir. Önce O sever, sonra biz severiz.
Onlar Hakk ile yeksan olmuşlar. Kafirlere karşı güçlü, kuvvetli, vakarlı ve yılmazdırlar. Onlar birbirlerine karşı tevazu sahibidirler. Birbirileri için her türlü fedakarlığı yaparlar, kaynaşır ve sevişirler.
Hz. Hüseyin’e kadar bu sevişme ve kaynaşma devam etmiştir. Ondan sonra bu azalmış,; şimdi de çok az. Fakat, biri mağripten, biri maşrikten olan iki Müslüman buluşsa sevgi, samimiyet ve tevazu gösterirler. Tabi ki, bunların sayısı azdır.
Kur’an-ı Kerimde “İman edenler azdır.”buyrulur. O zamanda (asr-ı saadette) azdı; şimdi de az. O derecede de kıymetlidir. Biz de, o azlardan olmaya çalışmalıyız.
Kişi kendisi için yaşarsa, has mümin değildir. Başkasına faydalı olmalıdır. Nâsın hayırlı olanı nâsa hayırlı olandır. Nâsın kötüsü nâsa zararı olandır.” buyurur Peygamberimiz (SAV). O azlar, güzel ahlâka sahiptir. Onlarda fitne, fesat, buğuz ve kibir olmaz.
“Ancak mümin olanlar kardeştir.”denilir. Kur’an-ı Kerimde, işte, burada anlattığımız kardeşliğe işaret ediliyor. “Ben mü’minim” diyen kardeş olabiliyor mu? Eğer kardeşse birbirini sevmeli, samimi olmalı, art niyetli olmamalı. Bu vasıflara sahip olmayan mü’minlik ve kardeşlik iddiasında bulunamaz.
Allah (C.C.) bizi de kardeşlerden eylesin. Allah (C.C.) anlayışımızı artırsın. Amin.
Eğer dünya Müslümanları böyle kardeş olsaydı; sulha, huzura ve selamete erişirdik. Fakat menfaat olduğu için, kavgalar olmakta. Bugün Irak’taki savaş buna en güzel örnektir.
Allah (C.C.) mutlak kudret sahibidir; tecelli sahibidir. Biz buna inanırız. Fakat şahsımıza bir görev düşerse vatan, millet için her fedâkarlığı yaparız. Bizim itikadımız ve düşüncemiz bundan ibarettir. Eğer değişik yorumlar yaparsak hadiselerin altında kalırız; zevkimiz bozulur. Daima hadiselerin üstünde kalırsak, refaha ulaşırız.”
Kadere iman etmiş olanın huzurunu hiçbir olay bozamaz. Allah (C.C.) inancımızı bozmasın. Amin.
Allah (C.C.) dünya milletlerini barışa ulaştırsın. Allah (C.C.) akıbetimizi hayreylesin.
Mürşidlerden biri dervişlerinden birini saydığı ve değer verdiği bir mürşide gönderir; hayır duasını alması için tenbihte bulunur. Derviş gider O zat ile görüşür. Ayrılırken kendisinden dua ister. O zat-ı Muhterem de "Allah akıbetinizi hayreylesin." der. Derviş yine dua etmesini isteyince O yine "Allah akıbetinizi hayreylesin." der. Derviş tekrar dua isteyince O aynı duayı yapar ve der ki: "Senin efendinin akıbeti meçhüldür; akıbetinin hayırlı olmasından daha hayırlı ne var?"
Bizim de âkıbetimizi Allah Teâlâ dualarını kabul buyurduğu kulları hürmetine hayreylesin. Amin.
Velhamdülillahi Rabbil âlemin.
Bağlarbaşı, 19 Ocak 1991