Duyurular
   Sitemiz yenilendi!
Soru Cevap bölümünde yayınlanmak üzere uygun hatıralarınızı yazdığınız ilahileri ve sorularınızı aşağıdaki e-mail e tıklayıp gönderebilirsiniz.
   Ayrıca Hafız Ahmed Efendimiz ve Hafız Yahya Efendimizle ilgili hatıralarınızı yayınlamak üzere bekliyoruz.
   Yüce Rabbimizin selamı üzerinize olsun.

HAKK’IN YÜZÜ (Mülk-1020)

            “Tebarekkellezi biyedihil mülk; ve hüve ala kulli şeyin kadir” Bu ayet-i kerimede, mülkün Allah’ın (C.C.) elinde olduğu ve Allah’ın (C.C.) her şeye kadir olduğu anlatılıyor. Bu ayetin devamında da “Allah, mevti ve hayati halketti” deniyor.
            Bizim bildiğimiz, önce hayatın, sonra ölümün olduğudur. Fakat, ayette bunun aksi söyleniyor.
            Başka bir ayette de “Biz ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarırız” buyruluyor. Burada da anlatılmak istenen hakikat, fenadan bekaya; bekadan fenaya; vahdetten kesrete; kesretten vahdete bir akış olduğudur.
            Bahar mevsiminde, yeryüzünde bir maddi hayat başlıyor. Kış mevsiminde, kuru bir dal olan ağaçlar, bir bakıma ölüdür. Toprakta da bir yeşillik yoktur. Bahar gelince ise, yeşillik ve canlılık başlıyor. Sonra çeşit çeşit çiçekler ve meyveler oluşuyor.
            Mürşid-i kâmili tanıyıp zikir alınca, nefsani varlığımız ve diriliğimiz ölüyor. Allah’ın (C.C.) sevmediği benliğimiz, varlığımız ve sıfatlarımız var. Bu varlıklar, tevhidle ölür. Ve de Allah’ın (C.C.) rızâsı olan bir Hakk varlığına sahip oluruz.
            Tevhidle fenafillah olan insan, Lütfi ilahi ile Allah’ın (C.C.) razı olduğu bir varlığa sahip oluyor. Dolayısıyla Allah (C.C.) bir taraftan öldürürken, bir taraftan da diriltiyor. Ve de arada bir kopukluk olmuyor. Demek ki ölmeden hayat olmuyor. Aynen tabiatta olduğu gibi. Tabiatta, bahar gelirken üç tane cemre vardır. Sırasıyla havaya, suya ve toprağa sıcaklık verir. Bu ısınma sonucu, çeşitli nimetler topraktan zuhura gelir. İşte insana da bu örneği verebiliriz.
            Bütün peygamberler Hz. Muhammed’i (S.A.V.) temsil etmişlerdir. Daha sonra gelen evliyaullah da hep Hz. Peygamber’i (S.A.V.) temsil etmişlerdir ve şimdi de devam ediyorlar.
            Tabiattaki, güzellikler, insandakinden ayrı değildir. Zaten bütün nimetler, insana verilmiştir. Allah’ın (C.C.) lütfudur, ihsanıdır. Bir nebata baktığımızda, onda görülen güzelliğin, Hakk’ın güzelliği olduğu tefekkür edilmeli. O güzelliği görünce, güzel kokuları koklayınca Hz. Peygamber’in (S.A.V.) kokusunu almalıdır.
            Bir ayet-i kerimede “Allah’ın boyası, en güzel boyadır” denilmekte. Allah’ın (C.C.) en güzel boyası, kokusu, insanda tecelli etmektedir. Aynı zamanda arzdan ve nebattan da tecelli etmekte. Fakat, en güzeli insandan tecelli eder. Mısr-i Niyazi “Hakk’ı istersen, yürü insana bak” der.
            Kur’an’da da “İnsanın en güzel şekilde yaratıldığı” söylenmekte. Beşeri olan vücudu öldürüp, ilahi varlığı diriltince, meydana gelen güzelliğin ölçüsü anlatılmaz. Meydana gelen bu güzellik, bir daha ölmez, bir daha bozulmaz.
            Az önce üç tane cemreden söz ettik. İnsan vücuduna düşen ef’âl, sıfat ve zat cemreleri de, Allah’ın (C.C.) aşkını, muhabbetini getirirse ne kadar güzel. Eğer, bu cemreler düşmezse, hiç kıştan kurtulamayız; hiç bizde bahar nimetleri, güzellikleri meydana gelmez. Bu cemreleri düşürmek için, cüz’i irademizle, cüz’i akılla, insan olarak bize verilen ayrıcalıklarımızla çalışmalıyız.
            Denilir ki, “Hızır da ab-ı hayat var” burada Mürşid kastediliyor. Mürşidin verdiği “ab-ı hayat” da Allah’ın (C.C.) zikridir. “Hızır’ı bulmak” demek, Mürşid-i Kâmili bulup, ondan zikr-i Hakk’ı almak demek. Mürşid-i Kâmil, saliki önce öldürür, sonra diriltir. Nefsimizdeki kötülükleri, öldürüp yok eder. Sonra aynı, baharda açılan çiçekler gibi, güzel ahlâk tecelli eder. İşte, mürşidin ab-ı hayatı, hepimize muhakkak lazımdır.
            “Tevhid, izafatı giderir” İzafat nedir? İzafat, nefsaniyet, hayal, zan ve endişelerdir. Bunlar kalkınca, hakikat çıkar ortaya. Tevhidle bu engeller ortadan kalkar. Şefaate mazhar düşmek de bundan geçer. Şefaate ermek için telkine riayet, yani emre itaat edilmesi gerekir. Yoksa, ileride şefaat beklemek boşuna olur. Burada göre göre bile bile yaşamak lazım. Allah, (C.C.) cümlemizi gafletten, nefsaniyetten kurtarsın; aşkını ihsan etsin; bize gayret versin. (Amin)
            “Her şey fanidir; Allah’ın (C.C.)  vechi bakidir” İnsanda nisbet, evham, hayal, zan, şüphe günahlar yok olur. Bu da aşk ile “Allah” demesi ile olur. Bütün günahları dökülünce de Hakk’tan başka bir şey kalmaz. Hakk’ın vechi (yüzü) kalır. (Rahman 26-27)
            Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz “Hiçbir şey yokken, Allah (C.C.) vardı” deyince, Hz. Ali Efendimiz de “imdi de böyledir, Ya Resulullah” der. Demek ki, Hz. Ali Efendimizin şuhudunda, Allah’tan (C.C.) başka bir şey yok. O’nun hiç günahı yokmuş ki böyle söylemiş. Yoksa, kişi günahları ile birlikte böyle söyleyemez.
            Hacı Sabri Efendimiz, yeni ihvan olduğu zamanlarda cemaate sohbet etmektedir. Cemaatin içinde bazı dervişler vardır. Sohbetten etkilenip, çoşup taşanlar olur: “Allah” diye yüksek sesle bağırırlar. Bunların bu halini gören Hacı Efendi, gönlünden dua eder: “Yarab, ya beni sustur; ya da benim konuştuklarımı bana da duyur”
            Ruhu şad olsun. Efendi Hazretleri bir gün sohbet etmektedir. Sohbette yakından tanıdıkları bulunmaktadır. Bunlar pek samimi değildir. Efendimiz, onları kastederek şöyle der: “Siz demeyin ki, bu boşu boşuna sohbet ediyor. Nasıl olsa bizi ilgilendirmiyor; bizi etkilemiyor. Ben sizin için değil, dinleyene, kabul edene, ihvana sohbet ediyorum. Boşuna yapmıyorum bu sohbeti. Bir kişi bile dinlese o bana yeter.”
            Vaaz ayrı, sohbet ayrıdır. Vaazı çok güzel yapanlar vardır. Kürsüden inince bir kişiye sohbet yap deseler, yapamazlar. Sohbet olması için irfâniyet, aşk ve hüsn-ü hal olması lazım. Kal ile sohbet olmaz. Fakat, kürsüden güzel ve doğru söyler. Gel gör ki, kendisi yaşamaz.
            Biz ise, onların konuşmalarından, vaazlarından faydalanırız, feyz alırız, zevk alırız. Tevhid sohbeti bazan avam olanlardan da tecelli eder. Allah (C.C.) onlara da irfâniyet verir inşallah. (Amin)
            Mısr-i Niyazi Hazretleri “Bilen özünü, gören yüzünü; bir yüzü dahi görmek dilemez” buyuruyor.
            Vuslat alemine giren, hayret alemine giren, kendi yüzünü göremez; kendini bulamaz. Burada hayret makamı, cem makamı anlatılmaktadır.
            Hakk yüzünü gören kişi, bir başka yüz olmadığını şuhud eder. Ve de her nereye dönse o yüzü görür.             Hakk yüzü görmek için de, mürşidin yüzünü görmek lazım. O’nu gören, Hakk’ı görür. Çünkü, mürşidin yüzünden, Hakk’ın yüzü müşahede edilir. “Hakk’ı istersen, yürü insana bak” demiş Mısr-i Niyazi Hazretleri. mürşidi Hakk bilmeyen, Hakk’ın hidâyetine mazhar olamaz.
            Yunus Emre Hazretleri de “Ben dost cemalin görmüşem, hur-i cinanı neylerem” demiyor mu? Buradaki dost mürşiddir. Mürşidi gönlüne, vicdanına koyarsan, vicdanını mürşid yaparsın, nereye gitsen mürşid yanındadır artık. Yoksa, mürşid bir yerde kalırsa, bir yerde durursa, sana bir faydası olmaz. mürşidin yanına geldiğin zaman edepli, tevazulu, sessiz bir şekilde oturursun. Sonra serbest kalınca, istediğini yaparsın. Bu halin seni kurtarmaz. mürşide beyat etmek bu değil. Mürşidin yanında gösterdiğin tevazuyu her an göstermelisin. mürşid, her zerreden seni müşahede edecek. Her an O’nun huzurunda olacaksın. Mürşidden tecelli eden, Hakk’tır. Yoksa mürşide bir vücut verip, bir esma verip mürşidi sevmek, hakiki manada, mürşidi sevmek demek değildir. Mürşidi sevmek demek, O’nun söylediklerine, O’nun verdiklerine, O’nun telkinine sarılmak ve uymak demektir.
            Allah (C.C.) bize de telkine riayet etmeyi nasip etsin. (Amin)       
Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.
Bağlarbaşı, 25 Nisan 1992

 Tasarım: Mimar Ali Soyyiğit      e-mail