İLAHİ RUH
Bir ayet-i kerime’de Hz. Allah (C.C.) kendi ruhundan, Hz. Adem’e (A.S.) ruh verdiğini söylüyor. Devamla, O’nun vücudunu tasfiye ettiğini ve düzenlediğini buyuruyor. (Hicr-29)
Rivayetlere göre, yedi bin yıl önce Hz. Adem’in (A.S.) yaşadığı sanılıyor. Tabi ki bunun ne kadar doğru olduğu belli değil. “Adem” denilince, ilk akla gelen, Peygamber olan Hz. Adem (A.S.) akla gelir. Buna da herkes inanır. Doğrusu da budur zaten.
Bildiğimiz, Hz. Adem’in (A.S.) çamurdan yoğrulduğu, bir süre ruhsuz kaldığı, sonra bütün azalarının yerine konduğu ve tesfiye edildiğidir. Daha sonra da Hz. Allah’ın (C.C.) O’na ruh üflediğidir. Bu anlayış, meselenin zahiri yönüdür.
Hz. Adem (A.S.) önce cennete konulmuş, sonra oradan kovulmuş, üç yüz sene yeryüzünde yaşamış.
Hakikat yönüne bakacak olursak, biraz araştırmak lazım:
Bir ruh var, insana canlılık verir, ve onu ayakta tutar. Bu ruha maddi denmezse de, zahiri ruh, can denir.
Diğer taraftan, “Hz. Adem’e ruh verdik” denirken maddeden çok, O’nu nefsaniyetten soyduk, tertemiz yaptık, fenafillaha uğrattık, diye işaret buyruluyor. Zaten, tesfiyeden çıkaracağımız anlamda bu olmalı.
Onun için, Hz. Adem’in (A.S.) vücudu nefsaniyetten, gayriyetten ve nisbetten arı idi.
Gelelim şimdiki zamana; o dem, bu demdir. Her an, aynı ayet-i kerime’ler işlemekte ve Hz. Allah (C.C.) insanlardan, dilediğini tasfiye etmekte, temizlemekte; ona tevhidi ve ruhu vermekte.
Demek ki, önce tefsiye, temizlik yapılmakta, sonra ilahi ruh verilmekte. Hz. Adem’e (A.S.) nasıl verildiyse, şimdi de aynen verilmekte.
Bunu, mürşid-i kâmiller vasıtasıyla Cenâb-ı Mevla’mız vermektedir. İlahi ruh verilince güzellik, ahenk ve nizam meydana gelmektedir.
Bu ilahi ruh, kim hak ederse, ona verilir. Her türlü masiyetten, kötülüklerden korunan, güzel ahlâk kazanır. Ona adaleti, tevazuyu, tenezzülü, cesareti, safiyeti ve kısacası en güzel vasıfları kazandırır.
Hz. Allah (C.C.) işte bu dostlarının yüzü suyu hürmetine, bu alemi yaşatığını bildiriyor. “Bazı kullarım vardır ki, bu alemde şan, şöhret (makam-koltuk) sahibidirler. Onların benim nazarımda, sivrisineğin kanadı kadar değerleri yoktur. Bir de bazı kullarım vardır ki, onları Ben’den başkası tanımaz-bilmez; bunlar Ben’im için çok kıymetlidirler. Ve bunların yüzü suyu hürmetine kâinatı ayakta tutarım. Onlarla aramda bir perde de yoktur. İşte, onlara İlahi ruhumdan ruh vermişimdir” buyuruyor.
Hallac-ı Mansur Hazretleri idam edilmek için hücresinde (zindanda) beklemektedir. Zamanı gelir, cellatlar gelir. Bakarlar ki, hücrede kimse yok. Bir daha gelirler. Bu sefer, diğer hücrelerde de Hallac-ı Mansur vardır. Her nereye baksalar O vardır. Şaşarlar ve geri giderler. Daha sonra gelen cellatlar bu sefer, Hallac-ı Mansur’u kendi hücresinde tek başına bulurlar. Yanına varıp sorarlar. “Bu halin nedir? Biz bir şey anlamadık”
Hallac-ı Mansur cevabında: “İlk geldiğinizde, Allah’a (C.C.) misafir gitmiştim, beni göremediniz. İkincisinde, Allah (C.C.) bana misafir gelmişti. Her köşede O’nu gördünüz. Üçüncü geldiğinizde (yani şimdi de) Allah (C.C.) kendi makamında, ben de kendi makamımdayım. Şimdi, beni götürebilirsiniz” der.
Üveys El Karani Hazretleri de, Hz. Peygamber (S.A.V.) göremediği halde, O’na o ilahi ruh verilmişti. Çünkü, O’nda sadakat ve samimiyet vardı.
Demek ki, samimiyetle, sadakatla, çalışmakla Allah’ın (C.C.) ilahi ruhuna eriliyor.
Nasibimiz kadar Allah (C.C.) bize de veriyor. Elhamdülillah.
Bu kadarla yetinmemeli ve devamlı istemek lazım. Allah’ın (C.C.) nimetleri sonsuzdur. Allah (C.C.) veriyor mu, vermiyor mu? Bunu anlamak için de halimize bakmamız gerek. Bizde bir ilerleme varsa, hamd etmeli, şükretmeli; daha da istemeliyiz. Eğer, bir değişiklik yoksa, kendimizde o eksikliği aramalıyız. Yoksa eksikliği başkasında aramak olmaz.
Güzel hal ve ahlâk sahibi olmamıza mani olan kendi içimizdeki çirkinliklerdir. Onlardan kurtulmadıkça huzura ermemiz mümkün değildir. Allah Teâla aşk ve muhabbetiyle bizleri her türlü engelden kurtarıp dostluğuna ve kulluğuna kabul buyursun. Amin.
Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.
Ümraniye, 16 Ocak 1993