Duyurular
   Sitemiz yenilendi!
Soru Cevap bölümünde yayınlanmak üzere uygun hatıralarınızı yazdığınız ilahileri ve sorularınızı aşağıdaki e-mail e tıklayıp gönderebilirsiniz.
   Ayrıca Hafız Ahmed Efendimiz ve Hafız Yahya Efendimizle ilgili hatıralarınızı yayınlamak üzere bekliyoruz.
   Yüce Rabbimizin selamı üzerinize olsun.

İLM-İ LEDÜN

            “Muhabbetin çün yoktur, arif olmasın” diyen Efendi Hazretleri, (Ahmet Kumanlıoğlu) Allah (C.C.) muhabbetine işaret ediyor. Ya, bu sohbet-muhabbeti nasıl olacak? Bu, bilinen, herkesçe edilen dini sohbet midir? Bunlarla mı arif olur kişi? Mücerred ilimle, kitabı ilimle arif olunur mu?
            Buna “ilm-i ledün” derler. Ledün ilmi olmadan, Allah (C.C.) sohbeti olmaz. Bu sohbetin olması için de, zikrullah tahakkuk etmesi lazım. Sonra, güzel ahlâk tahakkuk edecek. Daha sonra da aşkullah ve muhabbetullah. Sonuç olarak, irfâniyet meydana gelir. İşte, o zaman, Allah (C.C.) sohbeti veya ilm-i ledün sohbeti yapılabilir. Ve de herkes o sohbetten feyz alır.
            Demek ki, muhabbetullah olmadan irfâniyet olmaz. Allah’ın (C.C.) muhabbetine mazhar düşmek için, mürşid-i kâmiller zikir verirler. Eğer, salik mürşidine sıdk ile, aşk ile, samimiyetle teslim olup, söyleneni yaparsa, Allah (C.C.) ona bütün esrarını talim eder, öğretir. Eğer, telkine uymaz, halinde bir değişiklik yapmazsa, hiçbir yol alamaz, irfâniyete eremez.
            Zaten, Allah’ı (C.C.) zikirden amaç, O’nu devamlı anmak ve unutmamaktır.
            Hz. Musa’da (A.S.), Hz. Hızır’dan (A.S.) ilm-i ledün talim etti. Hakikat ilmini, yani batini ilmi aldı. İşte, bu tasavvuf ilmidir. Bu ilim, bir mürşid-i kâmilden alınır. Yoksa kitaptan alınmaz.
            Bu konuya işaretle, Hz. Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de, Resulullah Efendimiz’e (S.A.V.) şöyle hitap ediyor: “Ey Habibim! Söyle, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Elbette ki olmaz. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı anacak akıl sahibi olanlar anlar” (Zümer-9)
            Ulul elbab, akl-ı evvel olanlardır. Tasavvufta bir ilimdir; dervişlik ilmidir. Yunus Emre Hazretleri’nin dediği gibi: “İlim, ilim bilmektir; ilim, kendin bilmektir; sen kendini bilmezsen, bu nasıl okumaktır” Tabi ki, zahiri ilim de lazımdır. O olmadan olmaz. Önce İslâm’ı, yani şeriatı bilmek, Allah’a (C.C.) kul olmayı bilmek gerek. Allah’ın (C.C.) murad-ı ilahisi, kullarının kendisini bilmesidir. Fakat, hakikat ilmini bilmek için, bundan öteye geçmek lazım. Ve de şeriat ilmi ile beraber, onunla geçmek lazım; onu bırakıp da değil…
            Madenlerin içinde, insana en yakın olanı pırlantadır. Pırlantada dört element vardır. Bunlardan birisi eksik olsa pırlanta değil, kömür meydana gelir. İnsan da dört ana unsurla ayakta durur. Birisi olmasa veya denge bozulsa, sağlığı bozulur. Bu dört unsur toprak, su, hava ve ateştir. İnsanın çoğu (3/4) sudur. Diğerleri de, orantılı şekilde hayatıyet verirler. Oranda bir bozukluk olursa insan hasta olur.
            Bunun gibi, manada da Allah’a (C.C.) easa kul olmak için şu dört esas, dengeli şekilde kurulması gerekir: Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet. Bu dört esasla Allah’ın (C.C.) murad ettiği kulluk gereği üzere yapılabilir. Herkes, Allah’ın (C.C.) kuludur. Fakat, Allah’ın (C.C.) murad ettiği şekilde, bilinçli kulluk böyle olur.
            Bir bilmek var; nispetle, kayıtla, şartla. Bir de tasavvufta bilmek var. Bu da “bitmektir” Fena-i ef’âl, fena-i sıfat ve fena-i zat ile kişinin, yani kulun her şeyi biter; her bildiğini unutur. Ve de kendinin hiçbir şey bilmediğini idrak eder. Sahip çıktıklarının kendine ait olmadığını anlar.
            Sezai Hazretleri’nin “Unut bildiğini cümle; yetiştir ilmini cehle” dediği gibi. Kişi bu zevkle okur ve ilm-i Mevla’yı anlar. Bu da ilimsiz olmaz. (Hakk’a vuslat etmek, ilimsiz olmaz) Vuslat da bir ilimdir.
            Bir ayet-i Kerime’de “Resuller arasında fark yoktur” buyrulur. Burada, bütün peygamberlerin, tevhid yönünden vuslat ettikleri anlatılıyor. Yani, zat-ı Hakk’a ulaşmışlardır. Sonra da halka dönmüşler, halkla yaşamışlar. Ancak, halka karıştıklarında, her birinin meziyetleri, farklılıkları ortaya çıkar. Aslında bütün peygamberler, vahdet aleminde farklı değildirler. Fakat, kesret aleminde değişik meziyetleri, farklılıkları vardır.
            İşte, Hakk’a vuslat, Allah’ı (C.C.) zikretmekten geçiyor. Altının belli bir dereceye (sıcaklığa) gelmeden erimediği gibi, bu yolda da belli bir aşka, ulaşmadan olmuyor. Aşk ateşi de; Allah’ı (C.C.) çok çok zikretmekle tahakkuk eder. O zaman çare, tam bir teslimiyetle telkine uymaktır.
            Allah (C.C.) bize de o teslimiyeti, ve aşkını versin. (Amin)   
            Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.
Küplüce, 30 Kasım 1991 (Ali SOYYİĞİT’in evi)

 Tasarım: Mimar Ali Soyyiğit      e-mail