KURBAN BAYRAMI
Bayram, insan nefsini kurban ettikten sonra, Allah’ın (C.C.) rahmetiyle, sevgisi ve muhabbetiyle insanda tecelli etmesidir.
“Kevser” suresinde “Size Kevser’i verdik” buyruluyor. Arkasından da “Namaz kıl, kurban kes” emri veriliyor. Kevser’e mukabil, şükren namaz ve kurban isteniyor.
Hz. Peygamber’e (S.A.V.) bazı müşrikler “ebter” (Erkek çocuğu olmayan, soyu kuruyacak olan anlamına gelir) dediler. Esas anlamı, Hz. Peygamber’in (S.A.V.) getirdiği Kur’an-ı ve dini kabul etmemek ve bir gün, bu dinin de unutulacağını düşünmektir. Diğer peygamberler ve dinler de hep çöl ülkelerinde gelmişler. Taraftarları daha az olduğu için, sonra unutulmuştur.
Fakat, son din olan “İslam” hep yaşayacak. “Kevser” suresinde buna işaretle “Kevser’i verdik” denmekle “bolluk-bereket verdik; bu din diğerleri gibi değil” denmektedir. Bir manada “Kevser” cennette ırmak ismidir. Sütten beyaz, baldan tatlıdır. Kim ki tevhide girerse onların gönüllerinde Kevser gibi sevgi, bereket meydana gelir; onları ihya eder. Eğer, tevhid zevki gönülde olmazsa, çöl gibi çorak-kurak bir hal meydana gelir.
“Kevser’in” bir başka manada, bugüne kadar bırakılan kutsal emanetleri de temsil ettiği söylenebilir. Bunlar evlad-ı Resul, aşere-i mübeşşere, ashab-ı Kiram ve ümmeti Muhammed’dir. Bir bakıma Allah’ın (C.C.) desteği, rahmeti ve bereketinin kıyamete kadar süreceği kasdediliyor.
İşte, “Kevser’i” (tevhidi) alan salik, bu zevkle bayram yapabiliyor. Ne kadar tevhidden zevk alırsak, bayram o kadar güzel olur. Şuhuddan, tefekkürden mahrum olanın bayramı, üç-dört günde biter. Allah’tan (C.C.) feyz alan, muhabbetiyle olan, Allah’la (C.C.) irtibatı olan için her gün bayramdır. Aksi halde, alem bayram yapsa, insanda huzur, mutluluk ve saadet olmaz. Çünkü, onda azap, endişe ve şüphe vardır.
Hz. Ali efendimiz “Çok az bir marifet ve irfâniyet, çok amelden hayırlıdır” derken marifetsiz, irfâniyetsiz amelin faydasız olacağını ifade ediyor. Bu arada, amelsiz marifetin faydası az da olsa olabilir. Bir hadis-i şerifte “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” buyruluyor. Salih amel de, gerçek imanla olur.
Allah (C.C.) salih amel nasip etsin. Amin.
Allah (C.C.) ihlastan, samimiyetten ayırmasın. Bunun için, nefsimizi Allah (C.C.) yolunda kurban etmemiz gerekmektedir.
Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın Hz. İsmail’e (A.S.) üç kere bıçak çalması, tevhidin üç meratibine işarettir. Bir mürşid, bir salike üç kere bıçak vurarak ef’âl, sıfat ve zat derslerini telkin eder. Fakat, salikte samimiyet ve teslimiyet olmazsa, ef’âlini, sıfatını, zatını kurban edemez. Eğer, mürşid, Hakk mürşid değilse, salik yine kurban olamaz. (Mundar olmuş olur)
Demek ki, mürşid'te kemalat, salikte teslimiyet gerekmiş.
Tevhide birinci meratip tevhid-i ef’âldir. Bu telkini alan salik, ef’âlini Hakk’a vereceği için nefsani fiillerini kurban eder. Eğer, ikinci meratibi alırsa, nefsani sıfatlarını da Hakk’a vermiş olur. Üçüncü telkin ise zatını da Hakk’a verirse, gerçek fail, mevsuf ve vücud sahibinin Hakk olduğu anlaşılır. Her ne yapsa Allah (C.C.) ile Allah (C.C.) için yapmış olur. Böylece amel-i salih sahibi olur.
“Kevser’in” bir ifadesi de İslâm’ın bütünüdür. Kevser’deki süt gibi beyazlık ilim; bal gibi tatlılık da aşktır. Bunlar birleşince irfâniyet ve kemalat tecelli eder.
Biz de burada aşk tedarik etmek için toplanıyoruz. Vicdanımızdaki engeller ancak bu Allah (C.C.) aşkı ile yıkabiliriz. Aşkı olan bütün alemi sever. Onu da alem sever. Onun için, hep aşıklar methedilmiş. Çünkü, aşıklar her işi güzel görür; özlerinde muhabbet ve merhamet vardır.,
Allah (C.C.) dostuna birisi sorar: “Allah’ı (C.C.) bize anlat.” O Allah (C.C.) dostu “Bana bakın” diye karşılık verir. “Anlayamadık” derler. Sonra “Bize Peygamber’i (S.A.V.) anlat” derler. Allah (C.C.) dostu yine “Bana bakın” diye karşılık verir. Etrafındakiler yine “Yine bir şey anlayamadık” derler. Bir şey anlayamayanlara, Allah (C.C.) dostu şöyle sohbet yapar: “Ben yanınızda duruyorum da, beni anlamıyor ve görmüyorsunuz; tanımıyorsunuz. Ya Allah’ı (C.C.) ve Peygamber’i nasıl tanıyacaksınız?”
İşte, insan kendi kendini tanısa, Peygamber’i de (S.A.V.) Allah’ı da (C.C.) ve alemi de tanıyacaktır. Bu da, bir mürşid-i kâmile teslim olmakla olur. Allah’ın (C.C.) Resulu (S.A.V.) “Kainatı tanımak (anlamak) için kendimize bakacağız; nefsimizi bileceğiz” buyuruyor.
Nefsi bilmenin tarifi çoktur. Fakat, bu demek, nefsini bilmek değildir. Nefsini bilmek, Allah’ın (C.C.) nehyinden kaçmakla olur. Bu da kendi başına olmaz; bir pir eteğine sarılmakla olur.
Bütün peygamberler ümmetini Allah’a (C.C.) davet etmişler. Nefsine arif kılmak, kendilerine kendilerini bildirmek, uyuyanları uyandırmak için davet yapmışlar. Taa Hz. Adem’den (A.S.) bu yana böyle gelmiştir. Tevhid-i, irfanı, gerçek İslâm’ı, gerçek insanlığı ve bu alemi bilmek için, demek ki bir Mürşid-i Kâmil’e uymak lazımmış. Nasıl ki ümmetlerin peygamberlere ihtiyacı vardı ise, şimdi de peygamber vekilleri (varisleri) vardır ve vazifelerini yapmaktalar.
Fakat, bir mürşide varmakla iş bitmiyor. Onun telkinine (sözüne) uymak, onun sözünü Hakk’ın sözü bilmekle anlaşılır. Bilmek, ahlâk sahibi, fazilet sahibi ve iman ehli olmaya yetmiyor. Hz. Peygamber’e (S.A.V.) Kur’an’da Hz. Allah (C.C.) “Sana tabi olan, Allah’a (C.C.) tabi olur” diye haber veriyor.
Yukarıdaki Allah (C.C.) dostunun cevapları, bu gerçeği anlatıyor. “Bana bakın” demekle, Allah’ı (C.C.) bilmek, anlamak için bana tabi olun diyor. “Başka türlü anlayamazsınız” diyor.
Gaipteki Allah’ı (C.C.) bilmek veya hayal etmekle bir şey elde edemeyiz. O’nun dostlarına uymakla Allah bilinir. Zaten, Allah (C.C.) böyle erkan eylemiş; böyle emreylemiş.
İki şey, insanı Allah’tan (C.C.) uzaklaştırır. Şirk-i hâfi ve şüphe.
İmamlar, ölenleri yıkar; Mürşid-i Kâmil’ler de dirileri yıkar. Tabi ki istekli olanları yıkarlar. Yıkanacak kişi isteyerek gurur, kibir, riya, hased ve endişe elbiselerinden soyunacaktır. Bu soyundurmayı, Mürşid-i Kâmil yapar. Ancak bundan sonra, temizlenmiş olur. O zaman, herkes onu sever; o da herkesi sever.
Allah (C.C.) bizi nefsimize bırakmasın. Rızâsından ayırmasın. (Amin)
Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.
Küplüce, 24 Haziran 1991