Duyurular
   Sitemiz yenilendi!
Soru Cevap bölümünde yayınlanmak üzere uygun hatıralarınızı yazdığınız ilahileri ve sorularınızı aşağıdaki e-mail e tıklayıp gönderebilirsiniz.
   Ayrıca Hafız Ahmed Efendimiz ve Hafız Yahya Efendimizle ilgili hatıralarınızı yayınlamak üzere bekliyoruz.
   Yüce Rabbimizin selamı üzerinize olsun.

NAMAZ NEDİR?

            Hz. Resülullah Efendimiz (S.A.V.) “Namaz mü’minin miracıdır.” Buyuruyor. Namaz kılan kişi aynı zamanda mirac etmiş olur. Resülullah Efendimizin (S.A.V.) müjdesi böyle. Fakat nasıl olacak bu mirac? Her namaz kılan mirac etmiş oluyor mu bakalım?
            Mirac’ın anlamı uructan gelir. Yani yükselmekten. İslâm'a göre Hz. Muhammed (S.A.V.) Hz. Allah’ın (C.C.) izniyle göklere yükselmiş ve Rabbı ile görüşmüştür. Bu görüşmede Allah (C.C.) O’na bir çok görevler vermiş, çeşitli hikmetler göstermiş ve 90.000 kelam etmiştir. Bütün bunlar olduktan sonra geri döndüğünde daha yatağı soğumamıştı.
            İşte bu mirac olayına karşılık mü’minin namazı vardır. Resülullah’ın (S.A.V.) gösterdiği teslimiyet, sadakat, samimiyet ve aşkı O’nu miraca yükseltmişti. Mü’min de aşk sahibi ,samimiyet, sadakat, teslimiyet sahibi olacak ki namazı mirac olsun. Kişi samimiyeti, aşkı nisbetinde namazından zevk alır, huzur bulur.
            Mirac uruc ve nüzül şeklinde oluşur. Uructa yükselme, nüzülde geri dönme (inme) vardır.
            Miractan sonra Resülullah (S.A.V.) Efendimize imanı olanlar hemen inanıp tereddütsüz kabul ettiler. İmanı olmayanlar kabul etmeyip itiraz ettiler.Ebu Cehil Hz. Ebu Bekr’e alaylı bir şekilde “Senin ki şimdi de göğe çıktığını söylüyor.”dedi. Hz. Ebu Bekr (ra) hiç tereddüt etmeden “Eğer O söylüyorsa doğrudur.”diyerek tasdik etti, sıddık olduğunu gösterdi.
            Hatta Ebu Cehil, daha da ileri giderek Resülullah’a “yarım metre yerden yükselip havada duruver; sana inanayım.”dedi. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz “Göklere ben çıkmadım. Rabbim beni çıkardı.”diye karşılık verdi.
            Çünkü Ebu Cehil’in yinede inanmayacağını biliyordu.İstese öyle bir mucizeyi Allah (C.C.) O’na nasip ederdi.
            Her peygamberin bir miracı vardır.Yunus Aleyhisselamın miracı balığın karnına girip 40 gün kalmasıdır. Hz. Musa ,’nın (A.S.) ki ise halvete girip önce 30, sonra 40 gün orada kalmasıdır. Ayni zamanda Tur-i Sina’ya çıkıp Allah ile görüştükten sonra halkına dönmesi de miractır.
            En mükemmel mirac ise Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin miracıdır.Her peygamberin kemalat durumuna göre miracı olduğu için Allah’ın Habibi de en mükemmel (üstün) miracı yapmıştır.
            Namazın mirac olduğunu zevk eden tevhidi de zevk etmiş olur. Bunlar birbirine bağlıdır. Tevhid ile hatm-i meratip etmiş;arif-i billah olmuş; kemale ermiş insan ancak mirac eder.Kur’an’da  da buna işaret vardır. “Mü’minler ancak kardeştirler.”buyuruyor Allah Teâla. Onlar nasıl kardeştir? Hadis-i şerifte”Onlar birbirlerini severler, korurlar. Onlar tek bir vücut gibidir. Birinin gözü kulağı, dişi vs. ağrıdığı zaman diğerinin de ağrır. Nasıl ki, bir vücutta bir aza hasta olunca tüm vücut rahatsız olursa.”
            İşte bir mü’min dertli ise diğeri de dertli olur.Biri sevinçli ise diğeri de sevinçli olur. Fakat biri ağlarken  diğeri gülüyorsa, biri açken diğeri tok yatıyorsa, biri hasta iken diğeri zevk-i sefada ise bunlar Allah’ın (C.C.) bahsettiği mü’minler değildir.
            Nasıl ki Kerbela da Hz. Hüseyin (RA) ve evlatlarını (ehl-i beyti) şehid ettiler.Onlar da mü’miniz, müslümanız diyorlardı. Onlar gerçek manada namazda olmadıkları için Hz. Hüseyin ve evlatlarını şehid etmeye cesaret (cüret) ettiler.
            İki  rekat namazda tevhidin meratiplerini hatm edip mirac etmek vardır. Tevhid-i ef’âl, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat; sonra Cem, Hazret-ül Cem, Cem-ül Cem makamları.
            Kıyamda “Allahü ekber” deyip eller bağlanınca , kendimize ait olan fiilleri yok edip duruyoruz. Çünkü eller fiillerin mazharıdır. Ellerin bağlanması ve hareketsiz kalması nefsani fiillerin terk edilmesi demek oluyor. Bizim mezhepte eller bağlanırken, bazılarında yanda ve esas duruşta duruyor.Yani her mezhepte hareketsiz durmakta. Demek ki ellerin bağlanmasıyla bizim zannettiğimiz fiiller yok olup “fena-i ef’âl” oluyor.
            “Allahü ekber” deyip eller çözülünce, (sükundan harekeye geçince) tecelli-i ef’âl” tecelli etmiş oluyor.
            Rükua eğilince (Sübhane Rabbiyel Azim) dediğimizde “fena-i sıfat”; yani baş öne eğilip sıfatlar ifna ediliyor.Rükudan doğrulunca “Tecelli-i Sıfat” tecelli ediyor.
            Secdeye varınca da kendimize nispet ettiğimiz zatımızı yok ediyoruz. Secde yokluk demektir. Bunun için  başımızı toprağa koyunca “Fena-i zat” etmiş oluyor. Yani, vücudumuzu ifna etmiş oluruz. Secdeden doğrulunca, Tecelli-i Zat’a mazhar düşülür. Birinci secde “fena”, ikinci secde “ender fena” mukabilidir.
            Birinci rekatın tamamlanması “fena fillah”, ikinci rekatın tamamlanması da “bekabillah” mukabilidir.
            Hattı zatında “zikrullah” ile bütün meratipler hatmedilir. Zikrullah olmadan hiçbir şey meydana gelmez. Nasıl ki enerji olmadan hiçbir makine çalışmadığı gibi, “zikrullah” olmadan aşk da  olmaz, meşk de.
            Namaz da bir zikirdir, Allah’ta yok olmaktır. Tabi ki huşu ve huzur içinde kılınacak bir namazdan söz ediyoruz.
            Herkes güzel bir namaz kılmak, veya “zikrullah” yapmak ister, fakat yapamaz. Yapabilmek için tezkiye olmak lazım. Her türlü haramdan, dedikodudan, benlikten, kibirden, velhasıl Allah’ın(C.C.) istemediği şeylerden gönlün temizlenmesi lazım. Başka türlü, Allah’ın zikri tahakkuk etmez.
            Dil ile ne kadar “Allah” denirse densin , gönül “Allah” demedikçe hiçbir zevk meydana gelmez. Zaten Allah (C.C.) dilde ki mücerred ilim ve kelama bakmaz, gönüle bakar. Dil ne kadar zikretse , gönülde aşk olmayınca bir yere varılmaz.
            Allah (C.C.) cümlemizi zikrinden mahrum etmesin, gerçek zikrini nasip etsin. Amin.
            Âmme Suresinin sonunda ki ayet-i kerimede mealen “Alem-i ahirette kâfirler ‘keşke biz toprak olsaydık’ derler.”buyruluyor.
            Burada sözü edilen “kâfir “ bizim nefsimizdir. Toprak yokluğu, yani fenayı işaret eder. Bugün, yaşarken nefsimizi toprak etmezsek; (inattan, benlikten, buğuzdan, masivadan geçmezsek) “fenafillah” olmazsak o gün geldiğinde hiç bir pişmanlık işe yaramayacaktır.
            Yokluktan varlık doğar. Bütün varlıklar topraktan gelir. Bir tohum toprağa düştüğünde, kendi varlığını çürütür ve toprağa kök salıp filizlenir ve doğar.
            Şimdiden toprak olanlar da, o gün geldiğinde (ahiret aleminde) mutlu olacaklardır. Ayet-i kerimede belirtildiği gibi pişman olmayacaklar, inşaallah.
            Fenafillaha mazhar düşenler, sultan olurlar. Ondan sonrası zaten kolaydır. Mesele yok olup, gönülü temizlemektir.
            Osmanlı devrinde, bir resim yarışması düzenlenir. Bu yarışmada Türkler ile Çinliler yarışmaktadır. İki tarafa da yan yana iki duvar gösterilip arasına perde çekilir. Belli bir zaman süresince taraflar çalışırlar. Türk tarafı devamlı duvarı temizlemek ve cilalamakla uğraşır. Çinliler işi bitirince, Türklere bitirdiklerini ve hazır olduklarını söylerler.
            Çinliler’in resimleri güzeldir. Arada ki perde kaldırılınca, resmin karşısına düşen Türkler’in cilalanmış duvarında Çinliler’in resmi daha güzel görünmüş ve herkes hayran kalmış.
            Duvar o kadar temizlenmiştir ki kendinde hiçbir toz, kir kalmadığı için karşısındaki görüntü aynen orada görünür.
            İşte gönülde ki temizlik; nefsin varlıklarının temizlenmesi, vücuttan hiçbir eser kalmaması insanı sultan yapar.
            Fena ender fena olursa , Allah aşkı tecelli eder.
            Allah (C.C.) cümlemize, cümle ümmet-i Muhammed’e yardımcı olsun. Masiva çöpünden gönlümüzü temizlesin. Amin!
            Ve selemün alel mürselin. Vel’hamdülillahi Rabbil alemin.
                       Bağlarbaşı, 22.09.1990

 Tasarım: Mimar Ali Soyyiğit      e-mail