NEFSİNE ZULMEDENLER
İhvan bir araya gelip otursa, hiç konuşmasa; fakat şuhudda olsa ibadet sayılır. Yeter ki gönlü, vicdanı Allah ile olsun. Bu hal makbul olan ameller sınıfına girer.
Ayeti celilede Cenâb-ı Hakk, Rasülullah’a (S.A.V.) hitaben, “Senin ümmetini, bu Kitab-ı Kerime varis kıldık. Onları Kur’an’ın nurundan ,feyzinden, kereminden nasipdar ettik.”buyuruyor.(Fatır/32)
Fakat, bütün kullar Kur’an’ı Kerim’e varis değildir. Kitabullah’a varis olanlar üç sınıfta müteâla edilir.
Bunlardan birinci sınıf, nefsine zulmedenlerdir. Bunlar Kur’an’ı Kerim’in ahkâmına az uyarlar. Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker’e tam uymazlar. Fakat, imanları sayesinde Allah’ın mağfiretine, bağışlamasına mazhar olurlar.
İkinci sınıfta olanlar, vasat (orta) olanlardır. Bunlar günahı sevabına denk olanlardır ki, bunlar tevhid ehlidirler, fakat nefsaniyetten tam kurtulamamışlardır.
Üçüncü sınıfta olanlar ise, imanda, ihlasta ileri geçmişlerdir. Bunlar Allah’ın (C.C.) dostlarıdır. Allah’ın (C.C.) büyük ihsanı ve lütfuna mazhar düşmüşlerdir. Bunlara hesap da yoktur. İşte Kur’an’ı Kerim’e varis olanlar bunlardır. Bunlar her nefes Allah (C.C.) hesap verdikleri için bir daha hesaba çekilmezler.
Tevhidde de üç sınıf vardır. Birinci sınıfta olanlar tevhid-i ef’âl salikleridir. Bunlar nefs-i emmareden, şirkten kurtulur, tevhid-i bariye mazhar düşerler, ve Kur’an’a varis olurlar. Her ne kadar varis olsalar da, nefse zulmedenlerdendirler. Çünkü, Allah’ın sıfatlarını ve Allah’ın vücudunu kendilerine nispet ederler. Onun için, tevhidin en alt tabakasında bulunurlar.
Tevhid-i sıfata mazhar olup, nispet sıfattan kurtulanlar, nefislerine zulmetmekken kurtulurlar. Her ne kadar vücutları varsa da Allah’ın (C.C.) sıfat-ı subutiyyesini Allah’a (C.C.) verdikleri için, nispet sıfatları yoktur.
Tevhid-i Zata mazhar olanlar, bütün varlıklarından geçmiş olurlar. Onlar hayırla, aşkla, tefekkürle, teslimiyetle Allah’ın (C.C.) lütf-u keremine mazhar düşmüşlerdir. Onlar Allah’ın (C.C.) irfâniyet cennetine girerler. İşte, Allah’ın fazl-ı keremi budur.
Tevhid iki türlüdür: Tevhid-i şer’i ve tevhid-i hakiki.
Mürşid görmeden, Müslüman anne-babadan duyarak, onları taklid ederek iman edenler tevhid-i şer’idedir. Bunlar da güzeldir. Yeter ki inandığını ispat etsin ve samimi olsun.
Tevhid-i hakiki ise, tevhidi zevk etmekle, tevhidi kavramakla ve tevhidi yaşamakla olunur.
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Hiç taklid ile tahkik bir olur mu? Bir kısım gizli şirk etmekte, bir kısım ise hakikate mazhar olup tevhid etmektedir.
Çare tevhidi zevk etmekten, tevhidi kavramaktan geçiyor ve Allah’ın (C.C.) zikrine sarılıp, şükredip, Allah’ın feyz ve muhabbetine ermektir ki bu mürşid-i kâmile varıp sözünü tutmadan olmaz.
Hep senelerdir bunun sözünü ederiz. Dilimizle söyler de, gönlümüz, vicdanımızla ve halimizle ispat edemiyorsak, “Niçin söyler de yapmazsınız?” ayet-i kerimesinin muhatabı oluruz sonra.
Hz. Nuh (A.S.) oğlunu kurtarmak istiyordu. O’nu tevhide davet etti. Oğlu ise O’na inanmıyordu. Benlikten, varlıktan, şirkten kurtulamıyor; “La ilahe illallah” a dahil olamıyordu. Hz. Nuh (A.S.) ne kadar çaba harcadıysa, yinede oğlunu tevhid gemisine dahil edemedi. Bu gemi “La ilahe illallah” gemisidir. Hz. Nuh (A.S.) Allah’a (C.C.) “Yarabbi, oğlumu kurtar.” diye yalvardı. Cenâb-ı Hakk “O senin ehlin değil (evladın değil). O amel-i salih değildir. Üzülme.” buyurdu.
Cenâb-ı Hakk (C.C.) bir hadisi kutside “La ilahe illallah Benim kal’amdır. Kim ona dahil olursa, azabımdan kurtulur.” buyuruyor.
Evet, kurtulmak için, amel-i salih olmak ve tevhid gemisine dahil olmak lazım.
Bu gün aynı Nuh tufanı devam etmekte; nefsani seller bizi boğmaya çalışmakta. Bu sellerden kurtulmak için Allah’ın (C.C.) zikrine sıkı sarılmamız gerekmektedir.
Allah’ı (C.C.) zikretmek, Allah’ı (C.C.) düşünmektir; O’nu tefekkür etmektir. Allah’ın (C.C.) ef’âlini, sıfatını ve zatını bilmeden tefekkür olmaz. İnsan ancak, Allah’ın tecelli-i ef’âline mazhar düşerse, azaları zikretmeye başlar. Zikrin birinci merhalesi tevhid-i ef’âldir.
İkinci merhalesi olan tevhid-i sıfatta da daha tutarlı ve daha anlayışlı zikretmiş olur.
Üçüncü merhale olan tecelli-i zata mazhar düştüğü zaman sıfatları ayakta tutan, Allah’ın (C.C.) zatı olduğuna göre, aradan nispet vücut çıkmış olup fenafillah olur. Böylece zikrullah, “zikrullah” olur.
Allah (C.C.) sihirli bir büyü yapmış; kullara gayri gösterir. Kullar kendi aralarında hakikati göremezler. Gayriyette olanlar Hakk’tan ayrı görürler. Halbuki O’ndan gayrı bir şey yok.
Bunu anlamak için, nispet ef’âl, nispet sıfat ve nispet vücuttan geçip hiç olmak; tevhid şehidi olmak lazım.
İlahi aşkla, teslimiyetle, Hz. Muhammed’e (S.A.V.) ittiba ile şehid olmak çok kıymetlidir. Bunun için de çok çalışmak lazımdır.
Tevhidi hatmekle bu makam elde edilir. Bunun için, makam-ı velayete, makam-ı nübüvvete ve makamı risalete ulaşmak lazım. Bu tevhid ve irfâniyet her şeyden daha kıymetlidir.
İnşallah biz de bu makamları (meratipleri) zevk edenlerden oluruz. Allah (C.C.) hepimize aşk, samimiyet ve ilahi lütuflar ihsan etsin.(Amin)
Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.