Duyurular
   Sitemiz yenilendi!
Soru Cevap bölümünde yayınlanmak üzere uygun hatıralarınızı yazdığınız ilahileri ve sorularınızı aşağıdaki e-mail e tıklayıp gönderebilirsiniz.
   Ayrıca Hafız Ahmed Efendimiz ve Hafız Yahya Efendimizle ilgili hatıralarınızı yayınlamak üzere bekliyoruz.
   Yüce Rabbimizin selamı üzerinize olsun.

TAM TESLİMİYET

            Bakara Suresi, 3. ayette mealen “Onlar, gayba inanırlar, namazlarını kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızktan yerli yerinde sarfederler.” buyuruyor Cenâb-ı Hakk.
            Burada gaipteki Allah’tan (C.C.) söz ediliyor. Fakat tasavvuf erbabı ise, görülmeden, bilinmeden iman etmek yerine; daha değişik anlayış ve zevkle tefsir yapmışlardır.
            Cenâb-ı Resülullah Efendimiz’e (S.A.V.) Cebrail (A.S.) gelip “İhsan nedir?” diye sorduğunda “Allah’ı (C.C.) görür gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan, O’nun seni gördüğünü düşünerek ibadet etmen ihsandır.” diye cevap vermiştir.
            Bunun için de özel ihtisas lazım. Bu şuhud ve tefekkür işidir.
Hacı Bayram-ı Veli;
           
Görünen sıfatındır, anı gören zatındır
            Gayri ne hacetindir, sen seni bil, sen seni.

Buyurarak konuyu ne güzel açıklıyor.
            Efendi Hazretleri de “Allah (C.C.) bilinir, görünmez. Hz Muhammed (S.A.V.) görünür de bilinmez.” diye söylerdi. Ruhu şad olsun.
            Bütün kâinat Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimizin nurundan zuhur etmiştir. Yani O’nun sıfatları, vasıfları, bu kâinatın özüdür. Dervişlik Allah’ın (C.C.) rızasını kazanmaktır. Allah’ın (C.C.) bizi dünyaya getirmede ki muradı da budur.
            Allah (C.C.) demiyor mu, “Ben insanları yarattım ki, beni tanısınlar, bana kulluk etsinler.” (Zariyat/56)
            Hz. Muhammed (S.A.V.) O’nun erkânını; ahkâm-ı şer’iyeyi getirmiş. Bütün evliya ve hakk mürşitler ahkâm-ı şer’iyeden ayrılmamışlar. Onu en güzel şekilde yaşamışlar.
            Ehlullahtan birine “Tasavvufun başı nedir?” diye sormuşlar. “Amentü’ye iman etmektir.” diye cevap vermiş. “Peki sonu nedir?” dediklerinde yine “Amentü’ye iman etmektir.” demiş.
            Bu tasavvuf, eşittir dervişlik.
            Allah’ın Rasülü (S.A.V.) rahmetenlil âlemindir, Allah’ın (C.C.) habibi ve sevgilisi, kâinatın efendisidir. Buna rağmen O Nakşî değil, Kadiri değil, Mevlevi değil, Melâmi değil. O’nun için böyle bir şey denilmemiş ve denilemezde.
            O da Hz. İbrahim’in (A.S.) dini üzere ibadet ederdi. Ayet mealinde “İbrahim Yahudi olmadı, Nasranî olmadı, lakin hanif (dosdoğru) bir müslümandı.” buyruluyor.
            Demek ki bu tevhid yolunda şundan bundan olmak değil, ehli iman, ehl-i sünnet olmak vardır.
            Müslüman, teslim olmuş demektir. Gerçek manada teslim olan mü’mindir. Bu gerçek manada ki teslimiyet, Hakk’a teslimiyettir. Hedef, dosdoğru Allah’a (C.C.) kul olmaktır. Allah’ın (C.C.) sevgisine, rızasına, vuslatına ulaşmaktır.
            Bunun için Hz. İbrahim’in (A.S.) teslimiyeti gibi teslimiyet lazımdır. O her yönüyle Müslümanlığını (teslimiyetini) ispat etmiştir. Onun için de kıyamete kadar insanlar O’na selam ve duada bulunmaktadır.
            Hz. İbrahim (A.S.) Hz. İsmail’i (A.S.) kurban etmekle, en çok sevdiğinden geçmişti. Daha sonra, Nemrut’un ateşinde canını kurban edecektir. Bu olaylar Kur’an da anlatılmakta ve hepimizin malumudur.
            Biz de, bir nefeste üç kere “Allah” demekle nefsin boynuna üç kere kılıç vurmuş oluruz. Birinci bıçakta, Tevhid-i ef’âl, ikinci bıçakta tevhid-i sıfat, üçüncü bıçakta tevhid-i zat meratiplerini hatmetmiş oluruz.
             Birinci çekişte, en azgın olan nefs-i emare katledilir. İkinci çekişte, nefs-i levvame vasfı kesilir. Sonuncu vuruşta ise artık en zayıf olan nefs-i mülhime kesilmiş olur. Bunlardan sonra artık can teslim edilmiş olur.
            Hz. İbrahim’de (A.S.) oğlunu kurban etmeye karar vermekle, O’na olan sevgisini, muhabbetini kesmiş oluyordu.
            Ruhu şad olsun, Hasan Fehmi Efendimiz’e bir gün biri bir mektup verir. Mektupta o kişinin bir dileği vardır. Efendi Hazretleri mektuba bir göz gezdirip  cebine koyar ve ona bir hikaye anlatır.
            Adamın biri ihtiyaçlı birine devamlı yardımda bulunurmuş. Bir gün yardım etmeyi kesmiş ve ona bir tavsiyede bulunmuş: Bir tüfek al, falan yerde yol ağzına git ve orada bekle. Eşkiyalar oradan geçerler. Seni gördüklerinde ne istediğini sorarlar. Sen de onlara katılmak istediğini söylersin. Seni yanlarına alacaklar. Bir kervanı yakaladıklarında, kervanbaşını kesmeni isterler. O zaman sende “kes” diyeni kesersin.
            Zamanı gelmiş, bir kervanı yakaladıklarında, eşkıya başı, bizimkine kervanbaşını kesmesini söyler. O da bir vuruşta “kes” emrini veren eşkıya başının kafasını keser. Bunu gören eşkiyalar korkup kaçar ve kervan kurtulur. Kervanbaşı da sevinip bizimkine bir kese altın verir.”
            Bu hikâyeyi anlatmasının sebebi, Efendi Hazretlerine verilen mektupta hilafet verilmesi isteği varmış da ondan. Bu kıssada ki gibi “kes” denileni kesmek gerektiği mesajı veriliyor.
            Hz. İbrahim (A.S.) “Kes” denileni kesmiş de hem kendi hem de Hz. İsmail (A.S.) tam teslim olanlardan olmuş. Onun için hala anılıyorlar ve kıyamete kadar anılacaklardır.
            Demek ki Allah’a vuslat etmenin yolu, Hz. Peygamber’in (S.A.V.) şefaatine ulaşmanın yolu nefsini kesmekten geçiyormuş. Dervişlikten murad da budur.
            Kur’an’ın özeti Fatiha’dır. Altı ayet, bir de Besmele ile tevhidin yedi meratibine işaret eder.
            Bakara Suresinin başında ki elif Allah’ın (C.C.) zatına işarettir. “Lam” Allah’ın (C.C.) sıfat-ı ilahiyesine, “mim” de ef’âli-i ilahiyesine işarettir. Bu üç meratibi geçmeden “zalikel kitab” denemez. Yani “Bu kitapta şek ve şüphe yoktur.” demek için, kendi enfüsümüzde şek ve şüphenin olmaması lazım.
            Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimize sorarlar. “Ya Resülullah bize öyle bir amel öğretin ki bizi kurtarsın.” Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurur. “Allah’a (C.C.) iman ettim de, ondan sonrada istikamet üzere ol.”
            Bu aslında kısa ve öz ifadedir. Resülullah (S.A.V.) çok kısa konuşmuş. Zaten hep öyle konuşurmuş. Hutbeleri de buna bir örnektir. Amma, kısa konuştuğu halde çok şey anlatmıştır.
            Bizler ise anlatabilmek için çok fazla konuşuyoruz.
            Hz. Ali Efendimiz (RA) Hz. Peygamber’e (S.A.V.) , “Bana bir şey öğret ki kurtulayım.” dediğinde Resülullah (S.A.V.) Efendimiz “La ilahe illallah, de.” buyurmuş. Hz. Ali (R.A.) Efendimiz de “Bunu herkes söyler.” diye karşılık vermiş. Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz, “Sus, ya Ali! Bu kelime terazinin bir kefesine konsa, bütün kâinat da diğer kefesine konsa, bu kelime daha ağır gelir.” buyurmuşlardır. Hz. Ali “Tamam, ya Resülullah. diyerek bu tevhid telkinini alıp kabul etmiştir.
            Bütün evliya ve enbiya hep bu kelime ile kemale ermiştir.
            Tecelli-i ef’âl, tecelli-i sıfat, tecelli-i zata mazhar düşenler Allah’ı (C.C.) Rab olarak kabul etmişlerdir. O zaman o kişi ; “Rabbim Allah” der. O’nda nispet ef’âl, nispet sıfat ve nispet vücut kalmaz. Artık, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) getirmiş olduğu şeriat ve hakikatı zevk ve idrak etmiş olur.
            Bazı gafiller, “Ben zikir yapıyorum; kalbim temizdir. Ben daima namazdayım, vs.” derler. Bunlar ahkâm-ı şer’iyeden ayrılmış ve istikametten çıkmışlardır.
            Salike zikir verilir ki, ezanı duysun, namazı kılsın, ahkâm-ı şer’iyeden ayrılmasın. Eğer ezanı duymayıp namazı kılmazsa, onun zikir yapması, leyleğin lak lak etmesi gibidir.
            Gerçek tevhid ehli, şeriat-ı Muhammediyesi olmayanı kabul etmez. “Ben tevhid ehliyim.” diyenin önce, beş vakit namazı, ramazan orucunu velhasıl zaruret-i islâmiyeti bilmesi lazımdır. Yani onun, şeriatı tatbik ettiği görülmesi lazım. Allah’ın (C.C.) yap dediğini yapıp, yapma dediğinden de kaçması gerekir. Eğer böyle değilse, dervişlik yolunda olamaz. Böyle bir iddia da bulunamaz. Bizim aramızda böyleleri zaten olamazlar.
            Mürşide gidenler, Allah’a (C.C.) gider. Yoksa, ızdırari (mecburi) ölümle gitmez. Onun için, bir kişi mürşide gidip söz verirse, Allah’a (C.C.) söz vermiş olur. “Ben Allah’ın sözünden çıkmayacağım. Allah’ın (C.C.) emrini yapıp, nehyinden kaçınacağım.” diyerek nasuh tövbesi yapar. Bu tövbe, bozulmayacak kesin bir tövbe olacaktır.
Bir derviş, hakk mürşide söz verip antlaşma yaparsa, Hakk’la muhatap olup, Allah’a (C.C.) söz vermiş olur. Allah’a (C.C.) söz verip sözünü bozanlar, Allah’a (C.C.) isyan etmiş olurlar.
            Onun için, Allah (C.C.) hidayet versin, aşk versin, anlayış versin, yardım etsin.

            Velhamdülillahi Rabbi’l â’lemîn.

Üsküdar, 12.11.1994           

 Tasarım: Mimar Ali Soyyiğit      e-mail