TEVHİD’İN İKİ CEPHESİ
Tevhidin iki cephesi vardır. Kesret ve vahdet. Vahdet cephesinde, hiç kimsenin hiçbir şeyi yoktur. Kendi kendine, kimse kıpırdayamaz bile.
Diğer cephesi ise, tafsilat cephesi, fark cephesidir. Bu iki cephe ile birlikte tevhid olur. Böylece kulluk yapılır. İşte, bunu idrak ederek kulluk yapılırsa, Allah (C.C.) razı olur. Bile bile yapılan kulluktur bu.
Hz. Adem’e (A.S.) Allah (C.C.) sorar: “O yasak meyveden sen mi yedin?” Hz. Adem (A.S.) cevaben “evet, ben yedim” der. Hz. Allah (C.C.) “Senin yemen için, bir kuvvet sahibi olman lazım. Oysa kuvvet-kudret sahibi benim. Sen nasıl olur da yediğini söylersin?” diye yine sorar. Hz. Adem (A.S.) yine aynı cevabı verir.
Aynı soru tekrar Hz. Adem’e (A.S.) sorulunca şöyle cevap verir: “Onu ben de biliyorum. Bütün kuvvet-kudret senindir. Fakat, “sen yedirdin” demeye haya ederim; size suç israd edemem, kusuru kendimde buluyorum ben”
Bundan sonra Allah (C.C.) Hz. Adem’i (A.S.) affeder ve dünyayı O’nunla ziynetlendirir.
Hz. Ömer’e (R.A.) bir hırsızı getirirler. Hırsızı yargılar. Hırsız kendini savunur ve de: “Ben yapmadım, Allah (C.C.) yaptırdı. Bütün ef’âl Allah’ın (C.C.) değil mi? İrade O’nun değil mi? Ben ne yapabilirim?” der.
Hz. Ömer de (R.A.) “Sen Allah’a (C.C.) iftira ediyorsun. Allah (C.C.) hırsızlık yapar mı? Önce bu suçtan dolayı 80 değnek cezanı çekeceksin, daha sonra, hırsızlıktan ceza göreceksin” diye karşılık verir.
Yazılan-söylenen ilahiler, hep Allah’ın (C.C.) ayetlerinden ve hadislerden ilham alınarak söylenmiş, yazılmıştır. Bize çok şeyleri anlatmak ister bu ilahiler. Fakat, biz hepsini anlayamıyoruz. Hz. Mevlana “Bir söz var, bin söz yerine geçer; bin söz var, bir söz yerine geçmez” demekte. İlahiler de bize, binlerce sözü anlatmakta. Bizim faydalanmamız için, yazmışlar.
Yazarlar, edebiyat olsun diye yazmamışlar. Samimiyetlerini, aşklarını, zevklerini yazmışlar. Böylece, günümüze kadar taptaze gelmiş. Eğer, samimiyetle yazılmasaydı, bugüne kadar unutulurdu. Süleyman Çelebi Hazretleri’nin yazdığı Mevlid, hala dillerde ve zevkle okunup dinleniyor.
Aşkın, samimiyetin olması için çalışmamız lazım. Gerçi eskiden tekkelerde çilehaneler vardı. Orda çile çekilir, nefis terbiye edilirdi. Şimdi onlar yok. Ama, kendi enfüsümüzde çile çekerek kendimizi terbiye edebiliriz.
Her ne iş olursa olsun, sırf Allah (C.C.) rızâsı için yapılırsa, zikir yapılmış olur. Allah (C.C.) tesbih edilmiş olur. Gönül de böylece temizlenmiş olur. Kalb-i Selim böyle olunur. Kalb-i Selim bir Müslüman olmak için, kalpteki masivayı temizlemek gerekir. Bu da zikrullahla olur.
Allah’ın (C.C.) Resul’üne sorarlar: “Allah (C.C.) katında en değerli kimdir?” Resulullah (S.A.V.) “Zikredendir” buyurur. Tekrar sorarlar. “Allah (C.C.) için cihad edip şehid olanlardan da mı?” Resulullah (S.A.V.) yine “Evet” cevabını verir.
Kalbimizde, Allah’a (C.C.) karşı, O’nun rızâsı dışında hiçbir şey kalmazsa, ahlâkımız güzel olur. Böylece, herkese faydalı olmuş oluruz; insan oluruz. Hadis-i şerifte de “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydası olandır” buyrulmaktadır.
Zikirden uzak kalan, dünya malına meyleder; gaflete düşer.
Allah (C.C.) bizleri gaflete düşmekten korusun.
Velhamdülillahi Rabbi’l âlemîn.
Bağlarbaşı, 29 Ağustos 1992