Duyurular
   Sitemiz yenilendi!
Soru Cevap bölümünde yayınlanmak üzere uygun hatıralarınızı yazdığınız ilahileri ve sorularınızı aşağıdaki e-mail e tıklayıp gönderebilirsiniz.
   Ayrıca Hafız Ahmed Efendimiz ve Hafız Yahya Efendimizle ilgili hatıralarınızı yayınlamak üzere bekliyoruz.
   Yüce Rabbimizin selamı üzerinize olsun.

ZİKRİN ÇEŞİTLERİ

           Kur’an-ı Kerim de bir çok yerde zikirden bahsedilir. Bir ayet-i kerime de meâlen “Siz beni zikredin , Ben de sizi zikredeyim.”buyuruyor Cenab-ı Hakk. (Bakara/150)
           Evliyaullah zikir ve istiğfar yapmayı beş bölüme ayırır. Bir yandan Allah dostları (Allah’ın nasip ettiği ölçüde) Allah’ın (C.C.) sırlarını da açıklarlar.
           Zikir usullerini şöyle tarif ederler:

           1-Zikr-i Lisan: Lisan ile yapılan zikir. Bu zikir nefsin zikridir.   
           2-Kalbin Zikri: Hem dil hem de kalbin yaptığı zikirdir.
  
           3-Zikr-i Ruh: Ruh ile yapılan zikirdir.
  
           4-Zikr-i Sır: Sır ile, gizli olarak yapılan zikirdir.
  
           5-Zikr-i Ahva: Çok gizli yapılan zikirdir.

           Bu beş cevherin hepsini kişi kendinde toplarsa, selamete, huzura ve mutluluğa erişir. Bunların hepsinin de olması gerekir.
           Lisan maddi yapımızı, kalbimiz şahsiyetimizi, ruhumuz canımızı, sır manamızı teşkil ederler. Ahva da en gizli varlığımızdır.
           Bütün tarikatlarda bu beş çeşitleme vardır. Yani bu beş cevherden sözederler.
           Çok zikredenler vardır ki, zikrederler fakat benlikten, kibirden, gafletten,malayaniden kurtulamazlar. Bir çok hatalar yaparlar, sonra da pişman olup Allah’tan mağfiret dilerler. Allah (C.C.) affedici olduğu için mağfiret eder.
           Ancak Mevlana Hazretlerinin dediği gibi “Ehl-i tevhid olanlar için, tövbe etmek en büyük ayıp ve günahtır.” Tevbe etmemek için günah işlememek, gaflete düşmemek lazım. Bunun için de tek çıkar yol, daim zikirde olmaktır.
           Ancak ve ancak, Allah’ı (C.C.) zikredenler gafil olmaz, hata yapmaz. Ancak Allah’ın (C.C.) zikri insanı kurtarır ve Resulullah’ın buyurduğu “Her kim ‘lailahe illallah’ derse , cennete girer.” müjdesinin muhatabı olur .
           Öte yandan çok “Lailahe illallah” diyenler, binlerce, milyonlarca tevhid söyleyenler var. Gel gör ki, Muhyidin-i Arabi Hazretleri gibi işin gerçeğini anlayanlar azdır. Bu Allah dostu, bir taşın üstüne çıkıp “Lailahe illallah” dediğinde  taşın eridiği görülür. Çevresindekilere “Vallahi de yalan, billahi de yalan” der Hayrette kalan ihvanları “niçin ?” diye sorarlar. O mübarek de “Eğer gerçekten “Lailahe illallah” deseydim taş değil kendi vücudum erirdi diye cevap verir.
           Burada ki vücuttan kasıt benlik, kibir, riya, haset ve gaflet gibi nefsani varlıklardır. Aslında Muhyiddin-i Arabi Hazretleri bu sayılan varlıkları eritmişti muhakkak. Fakat bize mesaj vermek için bu olayı yaşamıştır.
           Kişi Allah’ı zikrederse Allah (C.C.) da onu zikreder. Ve de “Lebbeyk” diye cevap verir. Ama binlerce kere “Allah” denildiği halde, yine de bir kere “Lebbeyk” cevabını alan kim var? Eğer cevap gelmiyorsa aşk ve zevkle söylenmemesindendir. Halbuki Allah (C.C.) “Bir kere ‘Allah’ diyene on kere cevap veririm.” buyuruyor.
           Nasıl ki rüyada Hacca gitmekle hacı olunmayacağı, borç ödemekle borçtan kurtulunmayacağı gibi; hayalden veya laf ile “Allah” demek Allah’ın murad ettiği zikir değildir. Toplanıp da toplu olarak bağırıp, yatıp-kalkıp , ayılıp-bayılıp “Allah” dense, sonra da halimizde bir değişiklik olmasa, yapılan zikrin bir anlamı olmaz.         Süleyman Çelebi Hazretleri “Bir kez Allah dese aşk ile lisan, dökülür cümle günah misli hazan.” Derken bize önemli bir uyarıda (hatırlatmada) bulunuyor. Bu sözler, öyle gelişi güzel söylenmemiş. Allah’tan ilham alınarak söylenmiştir.           
           Aşk ile “Allah” demek; bağırmakla, çırpınmakla olmaz. Kendinden geçilirse, hiçbir gaye, garaz kalmamışsa ve de cezbe-i Rahman la “Allah” denirse, gerçek zikir olmuş olur. Bu şekilde “zikir” tahakkuk ederse gizli söylense, aşikar da söylense bir şey fark etmez; gerçek zikir olur.
           Ancak, bir gaye için, benlikle söylenirse, nafile (boşuna) söylenmiş olur. Zaten zikirde kayıt koymak olmaz. Gizlisi de cehrisi de olabilir.
           Allah (C.C.) aşk ve samimiyet ihsan etsin. Amin!
           Günahlar dökülünce, insan ne olacak? Tabi ki güzel ahlâk sahibi olacak. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Mirac’a çıktığında çok yüksek bir bina görür. Bu bina cennettedir. Hz. Cebrail’e (A.S.) sorar. “Bu bina kimin için hazırlandı?”
           Cebrail (A.S.) cevabında “Bu bina, öfkesini yenip kendine kötülük yapıldığı halde, karşılığında iyilik yapanlara yapıldı.”der. Demek ki zikirden maksat güzel ahlâk sahibi olmakmış.
           Evliyaullahın birisi şöyle der: “Birisi sana iyilik yapar, sen de ona iyilik yaparsın. Bu pazarda ki alış-verişe benzer. Bu bir ihsan değildir. İhsan ise, sana kötülük yapana iyilik yapmandır.”
           Nefsin ihlasa ermesi; her türlü riya, hased, garez, buğuz, inad ve malayaniden arınması demektir. Bu tevhid ile olur.
           “Tevhid izafatı giderir.”denilirken bu konu ifade ediliyor.
           Kur'an-ı Kerim de “Siz Allah’ın rızâsı olan amellere sıkı sıkıya sarılın.”buyruluyor. Selamete çıkmak, mutluluğa erişmek için Allah’ın (C.C.) zikrine sarılmak insan için her şeyden daha hayırlıdır. Bu arada dünyaya da çalışmak var. Hem dünyaya, hem de zikre sarılmak vardır.
           Dünyaya da çalışın, derken Allah (C.C.) “Dünyayı sevin.” demiyor. Ancak çoluk-çocuk için, vatan-millet için çalışın diyor. O zaman çalışmak bir ibadet olur.
           Allah (C.C.) “Benim öyle kullarım var ki, dünyada çalışmaları onları benim zikrimden, benim aşkımdan alıkoymaz. Onların alınlarında, yüzlerinde Allah sevgisinin eseri (işareti) vardır.”diye haber veriyor.
           Başka bir ayette de “Semavat ve arzda olanlar isteyerek veya istemeyerek Allah’a secde ederler.”denilir. İsteyerek yapılan secdenin mükafatını Allah cennetiyle Cemaliyle karşılar. Zoraki yapılan secdeyi, Efendi Hazretleri “Siz de secde edeceksiniz; fakat alınlarınızın arkasıyla.”diyerek anlatıyor.
           Allah’tan gayrisine itibar gösteren; maddeye secde edenler, yine de Allah’a (C.C.) secde ederler. Ama bunun idrakinde değillerdir.
           Bazıları sadece kalıplarıyla secde ederler. Ruhlarıyla secde etmiş olmazlar. Bazıları da hem ruh hem de kalıplarıyla secde ederler. Asıl secde eden bunlardır.                  Hikmet Baba’ya bir gün namaz kıldırması için teklifte bulunurlar. Hikmet Baba kabul etmek istemese de, zorla razı ederler, ve imamlığa geçer. Secdeye vardıktan sonra uzun süre doğrulmaz. Cemaat bekler, bekler ve sonunda meraklanıp namazı bozarlar. Hikmet Baba’yı dürterek    secdeden kaldırırlar. “Niçin secdeden kalkmazsın?” diye sorarlar. Hikmet Baba da “Ben sizi secde edin diye bekliyordum. Bekledim, fakat arkamda bir kişi bile secde etmedi.” diye cevap verir.
           Anlıyoruz ki bir kalıbın bir de ruhun secdesi vardır. İbadetler de böyledir. Allah (C.C.) kalplere, gönüllere bakar. Özü-sözü doğru olanlar ancak gerçek secde edenlerdir.
           Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz’e “İhsan nedir?” diye sorarlar. Cevabında “İhsan Allah’ı (C.C.) görüyormuş gibi ibadet etmendir. Eğer sen O’nu görmüyorsan, O’nun seni gördüğünü düşünerek ibadet etmendir.” buyurur.
           Allah (C.C.) cümlemizi namazından, niyazından, zevk ve şuhudundan ayırmasın. Amin!

Üsküdar, 17 Kasım 1990

 Tasarım: Mimar Ali Soyyiğit      e-mail